Keşke tek derdimiz ÖTV oranları olsa
ÖTV dedikoduları her zaman olduğu gibi elinde satacak otomobili olanlar, bu otomobilleri satın alacak olan paralı insanlar ve satılacak bu otomobillerden vergi tahsilatı yapacak olan devletimizin işine yaradı.
Elinde otomobil olanlar stoklarından kurtulma fırsatı buldular.
Bayilere telefon açıp sorun, ‘aman ÖTV artmadan alın hemen’ deyip, siyah yerine kırmızıyı, dizel yerine benzinliyi ya da tersini ustaca pazarlıyorlar.
Satın almak isteyenlerin durumu daha da garip. Tanıdıkları herkesi araya sokup, sanki savaş öncesi makarna stoku yapacakmış gibi davranıyorlar.
Eli en güçlü olan elbette maliyemiz, satılsa da tahsilat yapıyor, satılmasa da yapacak. Oranlar hakkında yapılan spekülasyonun hızlıca yayılmasından memnun bile olmalılar. Çünkü öyle görünüyor ki, pazar yıl sonunda tahmin edilenin üstünde satış rakamlarına ulaşacak. Doğal olarak bu yıl için öngörülen ÖTV geliri de, geçen yılın üstüne çıkacak.
Peki, kim mağdur? Bu konuda çenesini yoran biz züğürtlerin en azından çenelerinin yorulduğu kesin.
Sahi milli araç ne alemde?
Yukarıdaki başlığa gelmeden önce biraz ukalalık yapmama izin verin. Rusya ithal otomobillerin ülkesine girişini gümrük vergileri yoluyla engellerken, pazarının büyüklüğüne de güvenerek, sadece ülkesinde üretilecek olan otomobillere sıcak baktığını açıkça ilan etti. Petrol fiyatları düşürülüp, ekonomisi zor durumda kalana kadar da bu planı yürütmeyi başardı. Ülkesine yatırım aldı, ama krizle birlikte yatırımların önemli bir kısmı da tası tarağı toplayıp Rusya’yı terk etti.
Peki, Türkiye’nin bir planı var mı? Dış ticaretimize avantajlar sağlayan Gümrük Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü üyeliği Rusya gibi duvarlar örmemizi engelliyor. Kaldı ki duvar Rusya’yı da kurtarmadı, gördük.
O zaman geriye sadece doğru koordinasyonla, gerçekten istişare ederek Türkiye’nin Otomotiv Stratejisini hayata geçirmekten başka çare kalmıyor.
Saab’tan alınan platform üzerine üretileceği açıklanan milli-yerli otomobil için NEVS firmasıyla imzalanan protokolün üzerinden neredeyse 1,5 sene geçti. Bir iki kamuflajlı fotoğraf ve bir maket dışında henüz hiç bir şey görmedik. Hem ülkeyi topyekun, hem de projeyi yürüten TUBİTAK’ı etkileyen toz duman dağıldıktan sonra ne kadar yol alındığı görürüz mutlaka.
Ama zaman zaman yerliliği bile tartışılan Türkiye’nin otomotiv üretim kapasitesi yılda 2 milyon adete, otomotiv ihracatı ise 25 milyar dolara merdiven dayadı. Yani illa otomotiv konuşulacaksa en azından ‘hakiki yerlisi ve millisi’ gelene kadar ciddiye alınması gereken, dünyada sıralamaya giren bir sektör zaten var. İstişare oradan başlayabilir, başlamalı da.
2011 yılında oluşturulan ve 2014’e kadar her şeyi değiştireceği vaat edilerek çıkan ‘Türkiye Otomotiv Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nda bir arpa boyu yol alınmış olsaydı, bugün en azından eskinin vergisi mi artmalı, yeniye ÖTV mi koymalı tartışmalarını geride bırakmış olabilirdik. Eskisi hükmünü yitirdiğinden bu belgenin 2019 yılına kadar hayata geçmesi umulan bir yenisi var şimdi önümüzde. Eğer o da raflardan birinde unutulursa elimizde boşa geçmiş koskoca bir 8 yıl olacak, orası kesin.
Bakın geçen hafta Almanya’nın Münih kentinde Marmara Üniversitesi Öğrencileri 65 ülkeden 795’ini yüksek okul ve üniversitelerin oluşturduğu 1344 okulun yarıştığı Valeo Innovation Challenge (Valeo Yatacılık-Yenilikçilik Yarışması)’nda tüm rakiplerini geride bırakarak birinci oldu ve 100 bin Euro’luk ödülü kazandı. Ödülü otonom araçlarla kullanılabilecek çok özgün ve oldukça ucuza mal olan bir kızıl ötesi kamera ile tasarımı ile aldılar. Peki, bu çocuklar bu yaptıkları işe Türkiye’de bir pazar bulabilecekler mi sizce?
Özetle; otomotivin geleceğine ilişkin bir fikrimiz olmadığı sürece, ÖTV çok olsa ne olur, hiç olmasa ne fark eder?