Tahir Efendi bana kelp demiş (taksi yazı dizisi-Bölüm 2)
Haftada bir yazınca, konu soğuyor. O yüzden önce televizyon dizisi gibi geçen haftanın küçük bir özetini vereyim. İstanbul’da 18 bin adet taksi olduğu söyleniyor. Bu rakam şehrin nüfusunun 2.3 milyon kişi olduğu 1966 yılından bu yana değişmedi. Şehrin nüfusu bugün 15 milyona dayandı ama taksi plakası sayısı aynı. Hal böyle olunca da taksi plakası fiyatları 1.7 milyon lirayı buldu.
Gelelim dizinin bu haftaki bölümüne. Ekonominin basit kuralı, talep arttığı halde arz olmayınca fiyat yükselir. İşin kötüsü bu tür piyasalarda rekabet olmadığı için hizmet ve mal kalitesi de gözle görülür biçimde düşer. Sakın bu köşede taksilere alternatif olduğu söylenen başka bazı uluslararası organizasyonları savunduğum, ya da onların değnekçiliğini yaptığım sanılmasın. Tam aksine plakaların üç beş ağa tarafından değil belediyeler tarafından yönetilmesini, hizmetin de belediyenin yetki verdiği şirketler tarafından yapılmasını savunuyorum. Özellikle İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin çok acil yeni ve mevcut plaka sayısı kadar plakayı trafiğe sokması ve bu plakaları en fazla iki şirkete, tıpkı GSM ihalesinde yapıldığı gibi satması gerekir diyorum. Bunu haftada bir yazı yazıp sesini duyurma şansı olan bir İstanbullu olarak söylüyorum ama benim gibi düşünen İstanbulluların sayısının, düşünmeyenlerden çok daha fazla olduğunu biliyorum. 80’lerin ortalarında taksilere taksimetre uygulaması geldiğinde kıyamet kopmuştu, ama oldu. Taksilerin, sürücülerinin ve verdikleri hizmetin belli bir kaliteye erişmesi için, tıpkı taksimetre işinde olduğu gibi bir merkezi karar gerekiyor.
Bu sadece taksi hizmetini kullananlar için değil, daha çok şehrin trafik akışının sağlığı ve itibarı için gerekli üstelik. Elini kornadan kaldırmıyor, sinyal vermiyor, kafasına göre duruyor, kafasına göre hareket ediyor, kısa mesafeye mırın kırın ediyor, durak kavgası yapıyor, felaket günlerinde tarifeyi 100 dolardan açıyor, özellikle bu aralar sadece ülkemize onlar geldiği halde, Arap turistleri kazıklıyor, sonra da bütün bu yaptıklarına ‘ekmek parasını mazeret’ gösteriyor. Sıkıldığım için saymadım, sadece taksicilerin (unuttum sanmayın minibüsçülerin, servis araçlarının, getir götür işi yapan apaçi motosikletçilerin, halk otobüslerinin, şehir içini şantiye gibi kullanan hafriyat kamyonlarının, hatta hiçbir göreve gitmediği halde gidiyormuş gibi yapan polis ve zabıtaların) uymadığı kuralları yazacak olsam, birkaç haftalık köşe çıkar, emin olabilirsiniz.
Ama artık “Dur” demek gerekiyor ve buna sayılarının klonlanmış plakalarla birlikte söylenenin iki katı olduğuna inandığım taksilerden başlamak gerekiyor. Geçen haftaki yazıma kızanların, bu haftakini seveceklerini sanmıyorum. Kuralsızlığı özgürlük, disiplini ‘hür teşebbüsün engellenmesi’ sanan bir millet olduğumuzu da elbette biliyorum.
Övgülere teşekkür ediyor, sövgülere de, Nef’i’nin başlıkta kullandığım dizesini içeren dörtlüğüyle (google’a Nef’i yazarsanız, karşınıza çıkar) cevap vererek konuyu bu haftalık kapatıyorum.
Duraklar kaldırılıp. Ana noktalarda depolama olsa nasıl olur. Mesele istasyon a müşteri getiren taksi o durağa sıraya girse
Küçük şehirlerde mümkün olabilir ama İstanbul gibi büyük şehirlerde o iş biraz zor. Taksicileri eğitmeden, taksileri şirketleştirmeden hiçbir şey düzelmez.
Bu ülkede ne doğru ki bu doğru yapılsın…