Milli seferberlik şart!
Malum, işim gereği dünyanın pek çok ülkesinde otomobil kullanıyorum. Bu sayede Türkiye trafiğini de mukayese etme imkanı buluyorum. Son zamanlarda tavan yapan cahil alınganlığının bu konuda da ortaya çıkıp, üç beş şebeğin ‘beğenmiyorsan terk et!’ demesi ihtimalini göze alıyor ve işte yazıyorum; bize yakın coğrafyada Türkiye trafiği kadar kötüsü yok.
Çin, Hindistan gibi, büyük kentlere yoğunlaşan milyarlık nüfusu olan ülkelerle, Avrupa’nın hurda otomobil çöplüğü haline getirilmiş olan Afrika ülkeleri çıkarıldığında, Türkiye trafiği en kötüler sıralamasında ilk sıraları kimselere bırakmaz.
Oysa, ülkemizde son yıllarda hem şehirlerarası bölünmüş yollar, hem otoyollar, hem de şehir içi yollarda ciddi iyileştirmeler yapıldı. Bu yapılan yol, köprü ve tüneller halkın taktirini kazandı, seçimler kazandırdı.
TÜİK verilerine göre 2002 yılında bölünmüş kara yolu uzunluğu 3 bin 859 kilometre iken, 2015’te bu rakam 19 bin 357 kilometreye çıktı. Çok daha pahalı bir yatırım olan otoyollar ise 13 yılda bin 714 kilometreden 2 bin 159 kilometreye uzadı. Üstelik bu uzunluklara illerin sahip olduğu yollar ve 2016’da eklenenler dahil değiller.
Peki, yol güvenliğini teorik olarak artıran bunca yatırımdan sonra trafik kazası istatistiklerimizde nasıl bir değişim oldu?
Pek çok veri arasından sadece ölümlü ve yaralanmalı olanları alıp karşılaştırdığımızda şöyle çarpıcı sonuçlar çıkıyor: 2002 yılındaki 65 bin 748 kazaya karşın, 2015 yılında 183 bin 011 kaza. 2002 yılında kaza anında hayatını kaybedenlerin sayısı 4 bin 93, 2015 yılında ise 3 bin 831 kişi. O yıllarda istatistiği tutulmadığı için kaza sonrası hastanede hayatını kaybedenlerin sayısını bilmiyoruz. Ama 2015 yılında hastaneye kaldırıldıktan sonra kaybedilen yaralı sayısı 3 bin 699. Yani kazalarda yaralanan 304 bin kişinin yaklaşık yüzde 1,2’si. Bu oranla gidildiğinde 2002 yılında sonradan kaybedilen yarası sayısının da 1400 olduğunu hesaplıyoruz. Alt alta yazıp topladığımızda bölünmüş yol uzunluğu 6 kat, otoyolların, yolları kısaltan, zorlu geçitleri aşan köprü, viyadük ve tünellerin sayıları 10’larla ifade edilecek biçimde arttığı halde, ölümler azalmamış.
Bunda büyük bir hızla artan araç sayısının da etkisi var elbette. 2002’de 8,6 milyon olan trafikteki araç sayısı , 2005 yılı sonunda 20 milyona çıktı. Üstelik bu araçların 7 milyon adetten fazlası da İstanbul trafiğine kayıtlı.
İşte tam da burada herkesi rahatsız etmesi gereken o soruyu sormak gerekiyor. Yolların, araçların kalitesi ve güvenliği arttığı halde, yolculuğun kalitesinin azalıp, süresinin uzaması ve ölümlü kazaların artmasının sebebi ne?
Aslında bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz. Çünkü trafik kurallarına kendimizden başka herkesin uymasını bekliyoruz. Şehir içinde kavşakları kullanmayı bilmiyoruz, ya da işimize öyle geldiği için bilmiyormuş gibi yapıyoruz. Tek şeritle ana yoldan ayrılan çıkışları 4 şeritli hale getiriyor, uyanıklık yapıp sağdan soldan başkalarının önüne geçiyoruz. Sadece biz sivil sürücüler değil, trafiğin denetiminden sorumlu görevliler de bilmiyor, görmüyor ya da bilmezden ve görmezden geliyor. Onlar da kırmızıda geçiyor, dönülmezden dönüyor, herkes görüyor, görmezden geliyor.
Trafiğin sadece korna, siren ve trafik aracından yapılan ‘devam et, bekleme yapma’ anonsuyla açılacağını sanıyorsak, daha çok bekleriz.
Yılda 7 bin kişinin hayatını kaybettiği trafik için de bir ‘milli eğitim ve denetim seferberliği’ni tartışmanın zamanı çoktan gelmedi mi ?